AKP’nin ustalık dönemi, adına yaraşır şekilde devam ediyor. Artık alışıldık bir vaka haline gelen operasyonlarla, ev baskınlarıyla her ay birçok Kürt siyasetçisi, öğrenci, gazeteci, akademisyen gözaltına alınıyor. Teknolojik olanaklarla hayatın her alanına hakim olan polis, savcılara pek iş bırakmayarak, neredeyse iddianameleri kendisi yazıyor. Ergenekon, Balyoz ve darbe soruşturmalarında, her türlü muhalefetin aynı torbaya sıkıştırılmak istenmesi nedeniyle, düzenin pisliğine dibine kadar bulaşanlarla, AKP’nin hıncınının hedefi olanların ayrıştırılması zorlaşıyor. Bundan beş-altı sene evvel, gözaltına alınırlarsa iktidarın tepesinde büyük çatışmalar olur, denilen insanların aylardır hapiste tutulması, ne eski iktidar sahiplerini, ne de ona saygıda kusur etmeyenleri rahatsız etmiyor. Büyük bir ideolojik yeniden yapılanma kendisini her alanda gösteriyor.

Yeni iktidarı ve onun faaliyetlerini meşrulaştırma işi tabii ki kitle iletişim araçları eliyle yapılıyor. İddianameler hazırlanmadan, sanıklar hakkındaki iddialar manşetlerden veriliyor, mahkeme daha karar açıklamadan ilgili karar televizyonlardan duyuruluyor. Başbakanın mitinglerde yaptığı manipülatif konuşmalar günler öncesinden bu gazete ve televizyonlarda pişiriliyor. Dünya hala Embedded (iliştirilmiş) gazeteciliğin etiğini tartışırken, Türkiye’de ortaya çıkan tetikçi gazetecilik, olması gereken olarak sunuluyor. Mehmet Baransu’nun, derin bağlantılarından gelen belgeleri gazete sayfasına dizmekten ibaret olan “gazeteciliği”, geçer akçe olarak kabul ediliyor. Geçmişin tarafsızlık ve profesyonellikle övünen NTV gibi kanalları, sessiz sedasız akıntıya kapılıp gidiyor. Yazılı ve görsel medyada gün geçtikçe daha fazla tek sesleşme yaşanırken, bu bloğun dışındaki medya organları ise, patronlarının ekonomik çıkarlarının peşinde bir oraya bir buraya sürükleniyor. Kısacası eskiden insanların sadece kafasını bulandıran ana akım medya, şimdi midelerini de bulandırıyor.

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencisi Mikail Boz, Ekşisözlük’e (anonim kimlikle) yazdığı, yeni dekanın önlenemez yükselişi hakkında mesajlar nedeniyle, dekanın başkanlığındaki yönetim kurulu tarafından altı ay sürelik uzaklaştırmayla cezalandırılıyor. Bu da yetmiyor, dekan okulda istemediği asistan ve öğretim görevlileri hakkında soruşturmalar başlatıyor. Kendisini eleştiren öğrencilerin isimlerini, kendisine yakın öğrencilerin Facebook grubunda teşhir ediyor. “Bilim yuvası”nda Kurtlar Vadisi oyuncuları krallar gibi ağırlanmaya, evrim teorisinin saçmalığını anlatan paneller düzenlenmeye, kutlu doğum haftası için çılgın etkinlikler yapılmaya başlanıyor. Medyada ayyuka çıkan çürüme, iletişim fakültelerine iniyor. Dört yıllık eğitimin ve yıllarca yapılan bedava stajyerliğin ardından iletişim fakültesi öğrencileri derin bir çelişkiyle karşı karşıya bırakılıyor. Tanınmış medya organlarında çalışmak için, binbir torpil araya sokmak ve çeşitli taklalar atmak zorunda bırakılan genç iletişimci, en azından bir işi olması için asgari ücretin yarısına, tüm aşağılamalara göz yumarak senelerini geçiriyor. Çok az şanslı gazetecilik mezunu hariç, bu iletişim mezunları, ürettikleri ürüne başından itibaren yabancılaşıyor. Medya sektörünün ve şirket politikasının çizdiği bantın basit bir işçisi olmanın dışına çıkamıyorlar. Tekelci medya düzeni, entelektüel/fikri emeği öldürerek, medyada sendikasızlığın da önünü açıyor. İşini kaybetme korkusuyla yaşayan gazeteci, bütün haberlerini otosansür süzgecinden geçirmek zorunda kalıyor.

Elinizdeki dergi bütün bu sorunları çözme iddiasıyla çıkmıyor tabii ki. Bu dergi, Çoğunluğu Marmara İletişim öğrencisi veya mezunu olan bir grup tarafından çıkartılıyor. Amacı ise son sürat akan gündemden (aynı hızla giden haber akışından) veya bu gündemin akışına hiç girememiş olaylardan, önemli, üzerinde durulması ve kısa sürede unutulmaması gereken noktaları alıp elli iki sayfa içinde sunmak. Bunu yaparken medyayı ve gazeteciliği de sürekli tartışmak. “Neden internet sitesi kurmuyorsunuz, bu zamanda dergi mi kaldı” diyenleri anlıyoruz, ancak geldiğimiz noktada, herkesin konuşup kimsenin dinlemediği bir ortam haline gelme riski barındıran internetin biraz eleştirel yaklaşıma ihtiyaç duyduğunu düşünüyoruz. Ayrıca, haber ve metin sunumu açısından, internetin hızlı akışına nazaran derginin derli topluluğunun da değerli olduğunu düşünüyoruz. (Bu sözlerimizden interneti hiç kullanmayacağımız anlaşılmasın, internetin olanaklarını da sonuna kadar kullanacağız.)

Son olarak, dergiyi besleyen ekibin sürekli genişlemesini umduğumuzu söylemeliyiz. İletişim öğrencisi veya değil, alternatif metinler üretmek niyetindeki herkese sayfalarımız açık. Amacımız bir grup insanın kendi görüşlerini yüz sayı boyunca tekrarlaması değil, isteyenin emeğini sunabildiği alternatif bir platform yaratmak.

Dergimizin 1 Mayıs’ta çıkması bir tesadüf değil. Bu dünyada hakkıyla habercilik yapılacaksa bunun yolunun emekçilerin cephesinden bakmaktan geçtiğini biliyoruz. 2012 1 Mayıs’ı dünya işçi sınıfı ve Spot için umarız hayırlı olur!